MAVI BULTEN

İNSANOĞLUNUN SUALTI MACERASI

Acaba insanoğlu bazı memelilerin binlerce yıl önce fokları, balinaları, yunusları oluşturmak için yaptığı gibi denize mi dönüyor? Çok büyük mutasyonların olmadığı durumumuzu kabul edersek aslında bu pek mümkün görünmemektedir. Yapımız, uzantılarımız, ciğerlerimiz, kalbimiz, damarlarımız, böbreklerimiz, derimiz ve kanımız, kısaca her organımız soğuktan ölmeden. Derimizi kaybetmeden, çok sık nefes almak zorunda kalmadan uzun süreler suda yaşayabilmek için ciddi değişimler geçirmelidirler. Nefes tutma yoluyla yapılan dalışların artmasına karşın insan ırkının denizde yaşayabileceğine dair hiç bir evrimsel gelişme görülmemektedir. Gene de her ne kadar suni de olsa insanoğlu denize dönüşünü hazırlamaktadır. Dayanıksız cildini koruyacak elbiseler geliştirmiş, dalış fizyolojisini daha iyi anlamaya çalışırken mükemmel su altı solunum aletleri üretmiştir. Çoktan sualtı yapılarının içinde bir aydan uzun süreler yaşayabilmiş, sualtı keşiflerinde kullanılan düzinelerce icadın gururlu sahibi olmuş ve batiskaflarıyla sperm balinalarının bile erişemediği derinliklere inmiştir. Evet insan uçamaz, dalamaz ama gene de havayı, ayı, ve okyanusların en derin tabanlarını fethetmesini bilmiştir.

İnsanoğlunun atalarına yuva olan denizlerin altına inme uğraşı çok eski tarihlere kadar uzanır. Doğu Akdeniz'de, İran Körfezi'nde, Pasifik adalarında hatta Tierra del Fuego'nun buzlu sularında yaptıklarını belgelemeleri için yazıyı bilmiyorken dalış yapıyorlardı. Bu dalgıçlar efsaneviydiler. Denizlerden yiyecek ve hazineler getiriyor ve mitolojiyi canlı tutuyorlardı. Sümer kahramanı Gılgamış denizin dibinden ölümsüzlük otunu bulup gelmiş ama kaybetmişti.

Bugün deniz kıyıları insan nüfusunu mıknatısın demiri çektiği gibi çekmiştir. Aslında bu "denizin çağrısı" insan için o kadar eski değildir zira ilk insan bir balıkçıdan çok bir kara avcısıydı. İnsanın denize yakınlaşması da tıpkı diğer memelilerin binlerce yıl önce yaptığı gibi bugün insanın evriminin köklerine geri dönme isteği olarak düşünülmektedir. Bu romantik düşüncenin yerine başka bir düşünce geçemez. Gılgameş gibi 4000 yıl önce denizin dibine dalarak ölümsüzlük otunu arayan ve Glaucos gibi bu otu yiyerek ölümsüzleşen ve okyanuslara dalan dalgıçlardır. Görünüşe bakılırsa sualtı sadece tanrılara ve hayvanlara yuva olmuştur. Bu az sayıda da olsa insanın denize dalmasına engel olmamıştır. Bilinen en eski kayıtlar Akdeniz'de sünger toplamak için dalan Yunanlılarla ilgilidir. Aristo ağır zırhlarının altına bu süngerleri koyan askerlerden bahsederek süngerlerin önemine değinmiştir.

Ne var ki insan, ancak geçtiğimiz birkaç dekat öncesine gelindiğinde maske, palet, giysi ve solunum aleti sayesinde denizin mitleriyle yüzleşebildi. Bu aletler onun denizin çağrısına uymasına imkan verdi ve o heyecan verici ağırlıksızlığı tatmasını sağladı. Artık dalgıçlar denizle olan maceralarını gerçekten de konuşabilirlerdi.

İnci Avcılığı

Antik çağda mücevher tacirleri, Kızıl Deniz'de İran Körfezi'nde ve Güney Pasifik'te dalgıçların hayatlarını tehlikeye atma pahasına bir tek güzel inci bulabilmek için binlerce istiridye toplamalarına neden olan bir talep yaratmışlardı. Bugün bu istiridye yatakları o kadar sınırlanmıştır ki kanunlarla koruma altına alınarak sınırlı sayıda ve küçük ölçekli alanlarda yılda bir kez dalışa izin verilir hale gelinmiştir.

Dalgıç Savaşçılar

İlk askeri dalıcılar kimlerdi? Bilmiyoruz ama MS 5. yüzyılda Siyon'lu Siliyas ve kızı Siyana Pers Kralı Xerxes'in savaş gemilerinin demir iplerini kesmek için dalış yapan iki ünlü antik çağ dalgıçlarıdır. Korkunç fırtınada demirlerinden kurtulan gemiler karaya doğru sürüklenerek batmışlardı. Bu iki dalgıç daha sonra batan gemilere dalarak onları talan etmişlerdi. Aynı zaman içinde Yunanlı tarihçi Thucydides, Sfaktria adasını abluka altına alan Atina gemilerinin altından Ispartalılara malzeme taşıyan dalgıçlardan söz eder. Atinalılar bu fikri sonradan benimseyerek kendilerine dalgıç edinmişlerdir. Dalgıç askerlerin kullanımının en çarpıcı örneği ise Büyük İskender’in MÖ 332'deki Tyre kuşatmasındadır. Burada dalgıçlar Fonikyalıların sualtına koydukları savunma öğelerini tahrip etmişler ve rivayete göre de İskender bu operasyonu camdan bir fıçının içine girerek seyretmiştir.

İnsan teknolojik bir hayvandır ve yüzyıllardır sualtında nefes alma yetersizliğini yenmek ve sınırlı dalış kabiliyetini arttırmak için çeşitli aletler geliştirmiştir. Su ciğerinin (aqualung) icadına kadar üretilen solunum cihazlarının hemen tamamı sorunlu olmuştur. Hava kompresörlerinin icadıyla birlikte insan daha derinlere dalabilmiş ve daha uzun süre sualtında kalabilmeye başlamıştı. Ama gene de bir şekilde yüzeye bağlıydı. Bir çok eski plan Leonardo da Vinci'nin çizdikleri de dahil olmak üzere hayal ürünüydüler ve pek çalışma ihtimalleri yoktu. Örneğin 1715 yılında John Lethbridge, geliştirdiği kapalı dalış giysisi ile on fersah derinliğe yüzlerce kere daldığını söylemişse de bu pek olası görünmemektedir.

Gerçek anlamda ilk hareketli denizaltı ise David Bushnell'in yaptığı ve Amerika'nın bağımsızlık savaşında İngiliz gemilerine patlayıcı yerleştirmek için kullandıkları "Kaplumbağa" isimli denizaltıydı. Bu araç vida şeklindeki pervanelerinin içeriden kollar vasıtasıyla döndürülmesi sonucu hareket ediyordu.

Sıkıştırılmış Hava

Dalış çanları oldukça eski aletlerdir ve sığ sularda en sık kullanılanlarıdır. En büyük güçlüğü ise basıncın çanın içindeki havayı sıkıştırmasıdır.10 metreye gelindiğinde çanın içindeki havanın hacmi yarısına kadar düşer. 1869’da Buhar makinasını bulan İngiliz mucit Denis Papin, çanın içine devamlı olarak hava basma fikrini ortaya atmıştır.

DENİZDE ÖZGÜRLÜK

Bir balık kadar özgür olabilmek için korkularımızdan kurtulup bizimki ile pek de ilgisi olmayan başka bir dünyaya adapte olmamız gerekmekteydi. Şüphesiz ilk önce bizleri yüzeye bağlayan kablolardan ve hortumlardan kurtulmalıydık. Daha sonra dipte yürüme işinden vazgeçmeliydik. Yani üzerimizde taşıyabileceğimiz bir solunum cihazı geliştirmeli, suyun içinde yatay olmalı ve yüzerlik sağlamalıydık. Jules Verne'nin Denizler Altında Yirmibin Fersah isimli kitabının basımından 4 yıl önce Benoit Rouqayrol ve Auguste Denayrouze dalgıçların sırtlarında az miktarda da olsa sıkıştırılmış hava taşıyabildikleri bir cihaz geliştirnıişlerdi.1865'deki bu deneylerde sualtı zamanı çok kısa olmuştu ama deneylerin asıl anahtarı hava akışını kontrol edebilecek bir regülatördü.

Emile Gagnan ve Jacques Cousteau tamamen otomatik istek valfli bir regülatör üstüne çalışıyorlardı. Aqualung (su ciğeri) isimli bu regülatör dalgıca sadece nefes alırken uygun basınçta hava sağlıyordu.

Bu sistemde verilen hava suya bırakılıyordu. Bu her ne kadar hava tasarrufunu engelliyorsa da çalışma prensibini basitleştiriyor ve emniyet sağlıyordu. Sistemde sıkıştırılmış hava tüpleri sırtta taşınıyor ve regülatör çevre basıncının 100 psi üstünde basınçla hava veriyordu. İstek valfı bir zar aracılığı ile çalışıyordu. Nefes alma sırasında oluşan emme ile geriye çekilen zar, valfı açıyor ve havanın akmasını sağlıyordu. Nefes vermede aynı zar bu kez geriye ittirilerek valfı kapatıp hava akışını durduruyordu. Basit bir uyarı sistemi de dalgıca havanın azaldığını haber veriyor ve ancak yüzeye ulaşacak kadar havası kaldığını belirtiyordu.

Bugün bildiğimiz klasik açık sistem SCUBA ünitesi sualtı dünyasının milyonlarca insanla tanışmasını sağlamıştır.

İnsan denize dönüşünü ne şekilde planlarsa planlasın solunum sisteminin sunabileceği bir takım seçenekler vardır. Buna göre ya kendisini kapalı bir alanın içine hapsederek yada uygun basınçlarda gönderilen gaz karışımlarını çeşitli aletlerden soluyarak bunu yapabilecektir. İlk seçenekte suyla teması kaybolacak ikincisinde ise kullandığı gaz karışımlarının fizik ve kimyası nedeniyle sınırlamalara uğrayacaktır. Bütün bunların üstesinden gelmenin yolu ise gaz solumaktan vazgeçilmesidir. Laboratuar deneylerinde bazı memelilerin ciğerlerine sıvı pompalamak suretiyle yaşatılmaları sağlanmıştır.

Bilim kurgu yazarları, toplu halde sualtına göç eden, burada yeni uygarlıklar yaratan ve komşu kavimlerle savaşan insan topluluklarını çoktandır yazmaktadırlar. Ancak deniz tabanında yerleşimler sadece maliyetin bu işe değdiği durumlarda ve çok gerekiyorsa kurulacaktır. Ama Homo aguaticus bir gün mutlaka binlerce metre derindeki madende haftalarca çalıştıktan sonra yüzeydeki evine dönebilir ve güneşin o sıcak dokunuşunu hissedebilir olacaktır.

CMAS 3 * EĞİTMEN ÖMER BURÇ


send mail

ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SUALTI TOPLULUĞU
U.Ü. KÜLTÜR ve SPOR DAİRESİ BAŞKANLIĞI BİNASI
KAT:2
GÖRÜKLE/BURSA
Tel: (0224) 442 80 05
Faks: (0224) 442 82 10

Designed by Yusuf KAYAOGLU